Neden “Iskaladık”? Türkiye’nin Sanayileşmeye İstenen Düzeyde Girememesinin Kökleri ve Günümüze Yansımaları
Onsekizinci yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’da başlayan Sanayi Devrimi, mekanik üretim, ölçek ekonomisi ve sermaye yoğun üretim modelleriyle dünyayı köklü biçimde dönüştürdü. Makineler, büyük fabrikalar, ulaşım altyapısı ve yeni sermaye düzenlemeleri üretim tarzını, toplumsal yapıyı ve devlet–ekonomi ilişkilerini yeniden şekillendirdi. Bu devrimin sunduğu potansiyeli coğrafi olarak Avrupa’ya hâlihazırda komşu ve zengin topraklara sahip olan Osmanlı İmparatorluğu sistematik biçimde değerlendiremedi. On dokuzuncu yüzyıl boyunca girişilen modernleşme ve sanayileşme çabaları vardı, ancak bu çabalar Avrupa’da yaşanan dönüşümü üreten süreçlerle karşılaştırıldığında kayda değer bir sanayileşmeye yol açmadı.
Osmanlı ekonomisi uzun süre tarım, ticaret ve lonca denetimindeki el emeğine dayalı üretime dayanıyordu. Klasik dönemde zanaat ve kent içi ticaret yaygın olsa da bu üretim büyük ölçekli, sermaye yoğun veya makina temelli değildi. Bu yapı, Sanayi Devrimi’nin temel gereksinimleri olan iş bölümü ve seri üretim, sermaye birikimi ve yatırım döngüleri, altyapı ve lojistik sistemleri ile ölçek ekonomisi gibi unsurlarla örtüşmüyordu. Lonca-esnaf sistemi, esneklikten çok statik kalıplar içeriyor ve seri üretim, baskı, fiyat rekabeti ile büyük ölçek yönetimi gibi modern üretim biçimlerine uyum sağlamıyordu.
On dokuzuncu yüzyılda Avrupa’daki makineleşme üretim maliyetlerini düşürdü ve küresel ticaret ağlarını genişletti. Osmanlı toprakları bu küresel dalganın ortasında kaldı, ancak ters yönde etkilendi. İngiltere ve diğer batılı devletlerle yapılan ticaret anlaşmaları ve liberalizasyon tarifeleri Osmanlı pazarını ucuz Avrupa mallarına açtı. Özellikle tekstil sektöründe İngiliz fabrikalarının ürettiği ucuz ve bol mallar, Osmanlı yerli zanaatkârlığını rekabetin dışında bıraktı ve sonuçta sanayiden uzaklaşma süreci baş gösterdi. Osmanlı, hammadde üretip ihraç eder hâle gelirken işlenmiş ürünlerde dışa bağımlı bir yapı kuruldu. Bu durum, yalnızca belirli sektörlerin çökmesine değil, genel üretim kapasitesinin ve kurumsal sanayi birikiminin gerilemesine yol açtı.
Sanayileşme yalnızca teknik ve iş gücü meselesi değildir; kurumsal yapı, finansal sistem, hukuk, mülkiyet hakları ve yatırım güvencesi de kritik öneme sahiptir. Osmanlı’da mülkiyet rejimi genellikle karmaşıktı; toprak-tenure ilişkisi, vakıf ve iltizam sistemi sermaye birikimini zorlaştırıyordu. Modern banka ve kredi sistemleri yeterince gelişmemişti; uzun vadeli yatırım için gerekli finansman düzenekleri sınırlıydı. Hukukun öngörülebilirliği ve sözleşme güvenliği zayıftı, bu da sermayedarların büyük yatırımlar yapmasını engelliyordu. Altyapı — demiryolu, lojistik, ulaşım ve enerji — yetersizdi; fabrikaların hammaddeden piyasaya ulaşımı maliyetli ve belirsizdi. Bu eksiklikler, teknik adaptasyonu değil, sermaye birikimini, yeniden yatırım kapasitesini ve kurumsal sürdürülebilirliği de olumsuz etkiledi.
Batı’da sanayileşme ile birlikte güçlü burjuvazi ortaya çıktı; bu sınıf hem sermayeyi kontrol etti hem de siyasi ve kurumsal güç kazandı ve sanayileşmeyi kalıcı hâle getirdi. Osmanlı’da bu karşılığı oluşturmak zor oldu. Ekonomik güç ve sermaye birikimi genellikle gayrimüslim azınlıklarda veya dış sermayedarlarda yoğunlaşmıştı. Bu sermayenin Türk yönetici sınıfıyla kaynaşması, güven eksikliği ve toplumsal algılar nedeniyle sınırlı kaldı. Kurumsal şirket kültürü, modern iş hukuku ve yönetişim yapıları zamanında ve yaygın biçimde gelişmedi. Toplumsal üretim biçimi, lonca‑esnaf geleneği etrafında şekillenmişti ve bu yapı büyük ölçekli fabrikanın ihtiyaç duyduğu uzmanlaşma, disiplin, istikrarlı üretim kültürü ve anonim organizasyon modeline yabancıydı. Sonuç olarak, modern kapitalist üretim biçiminin toplumsal ve kurumsal temeli erken dönemde atılamadı.
Osmanlı devleti 19. yüzyılda sanayileşme çabaları için fabrikalar, dokuma imalathaneleri ve sanayi teşebbüsleri başlattı, ancak bunlar ya yeterli ölçek ve kaliteyi yakalayamadı ya da dış rekabet ve finansal baskılar altında sarsıldı. Devletin borçlanmaya yönelmesi ve yabancı kreditörlere bağımlılığı, ekonomik istikrarı bozdu ve büyük yatırımların sürdürülebilir olmasını engelledi. Altyapı, sermaye ve işgücü eksiklikleri, üretim kapasitesinin istikrarlı biçimde büyümesini engelledi. Coğrafi ve jeopolitik konumun getirdiği uluslararası ekonomik ilişkiler de Osmanlı’yı hammadde sağlayan ve tüketen bir çevre ekonomisi konumuna sürükledi. Avrupa’nın üretim gücü, ölçek avantajı ve finansal birikimi ile Osmanlı arasındaki asimetrik yapı, yerli üretimin çöküşünü pekiştirdi.
Bazı tarihçiler Osmanlı’da kapitalist ruhun oluşmadığını ileri sürer. Ancak geç Osmanlı döneminde bazı fikir adamları, özel teşebbüs, girişimcilik ve ticari sermaye birikimi değerlerini topluma taşımaya çalıştı. Buna rağmen bu çabalar sistemik bir dönüşüme yetmedi. Kurumsal altyapı ve modern iş düzeni halk arasında yaygınlaşmadı. Toplumsal üretkenlik, aile ve lonca/atölye merkezli kaldı; fabrika kültürü, iş bölümü ve modern yönetim alışkanlıkları yerleşmedi. Sosyal ve kültürel değerler, kısa vadeli kazanç, statü koruma ve geleneklerle şekillenmişti. Uzun vadeli yatırım, kurumsal yönetim ve teknik gelişim eksikti. Böylece kapitalist üretim biçiminin ruhu içselleşemedi ve sanayileşme başarısız oldu.
Günümüzde Türkiye’nin istenen ve yeterli derecede sanayileşememiş olması yalnızca ekonomik beceriksizlik ya da zamanlama hatası değil, kurumsal, toplumsal, kültürel ve uluslararası dinamiklerin kesiştiği karmaşık bir sonuç olarak görülmelidir. Tarihsel deneyimden çıkarılabilecek stratejik dersler bulunmaktadır. Kurumsal altyapı oluşturulmadan teknik yatırım uzun vadede sürdürülemez. Üretim biçimi ve değer sistemi yerel kültürle harmanlanmalıdır. Sınıfsal yapı ve toplumsal sermaye geliştirilmelidir. Dış bağımlılıktan ziyade iç dinamizme önem verilmelidir. Sanayi bir hamle değil, sürekli gelişim, eğitim, araştırma-geliştirme ve yenilenme ihtiyacıdır. Eğer doğru politikalar, kurumsal reform, kültürel bilinç ve toplumsal irade eşlik ederse, geçmişte ıskalanan sanayi devrimi telafi edilebilir ve sürdürülebilir ekonomik büyüme sağlanabilir.




