
Cehalet: Çöküşün Sessiz Mühendisi
“Bir aileyi, bir şirketi, bir topluluğu, bir ulusu çökerten sebepler elbet çoktur; ancak içlerinde en derin yaraları açan hep cehalet olmuştur.” Bazı cümleler vardır; bir dönemin f...
Sanatın dönüştürücü gücünü, derinlemesine analizler ve güncel haberlerle keşfedin.

Kocaeli’de Kültür-Sanat Paydaşlığı İçin Nezaket Buluşması Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Prof. Dr. İsmail Keskin ile Point Kültür ve Sanat’ın kurucusu Sedat Çiftçioğlu, Kocaeli’de kültür-sanat ekosisteminin paydaşlık kültürüyle güçlenmesine yönelik bir nezaket ziyareti gerçekleştirdi. Ziyarette, fotoğraf sanatı ve şiir çalışmalarıyla da tanınan Erdem Arcan’a yeni görevi dolayısıyla “hayırlı olsun” dilekleri iletildi. Görüşme kapsamında, üniversite–sivil inisiyatif–yerel kültür aktörleri arasında kurulabilecek ortak üretim zeminleri; sergi, söyleşi ve atölye gibi programların çoğaltılması; genç sanatçıların görünürlüğünü artıracak iş birliği modelleri üzerine değerlendirmelerde bulunuldu. Point Kültür ve Sanat, Kocaeli’nin kültürel hafızasını güçlendirecek, farklı disiplinleri bir araya getirecek ve ortak iyilik duygusunu büyütecek paydaşlıklar için çalışmalarını sürdürmektedir. Nazik ev sahipliği ve iyi dilekleri için CHP Kocaeli İl Başkanlığı’na teşekkür ederiz.

“Bir aileyi, bir şirketi, bir topluluğu, bir ulusu çökerten sebepler elbet çoktur; ancak içlerinde en derin yaraları açan hep cehalet olmuştur.” Bazı cümleler vardır; bir dönemin f...

Parıltının ardındaki gramer, verinin soğuk aynası ve anlamın ısrarı. Bazı dönemler vardır; kelimeler yer değiştirir. “Ürün”dediğimiz şey yalnızca nesne olmaktan çıkar, “deneyim” dediğimiz şey yalnızca hizmet olmaktan çıkar, “ekonomi” dediğimiz şey yalnızca sayılar olmaktan çıkar. İşte tam da böyle bir eşikteyiz. Bugün sanat ve tasarım, yaratıcı ekonomide yalnızca “bir şey üretmiyor.” Bir tür dil kuruyor. Üstelik bu dil, yalnızca estetik bir lehçe değil; karar verme mekanizmalarını, aidiyet duygusunu, güvenin inşa edilme biçimini ve toplulukların birbirine tutunma şeklini dönüştüren bir dil. Soru basit görünüyor: Sanat ve tasarım ekonominin neresinde?” Cevap basit değil: “Ekonominin tam kalbinde çünkü ekonominin kalbi artık dikkat, güven ve anlam.”

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ev sahipliğinde gerçekleştirdiğimiz “Sanat ve Tasarımın Yaratıcı Ekonomideki Yeni Dili” panelini başarıyla tamamladık. Buluşmada; sanatın “anlam” kuran gücü ile tasarımın “çözüm” üreten dili birleştiğinde ortaya çıkan deneyim, etki ve dönüşümü konuştuk. Panelin öne çıkan başlıkları şöyle oldu; • İyi fikrin, yönetilebilir, anlatılabilir ve güvenilir hale gelmesi • Portfolyonun “sonuç” kadar süreç ve karar hikâyesi olması • Kalitenin ilhamdan çok sistem ve disiplin ile güçlenmesi • Kapsam, revizyon, termin ve elif netliğiyle yaratıcı emeğin korunması • Tasarımın “süs” değil, dönüştürme ve problem çözme pratiği olması

Toplumda yaygın bir yanılgı vardır: Kültür–sanat alanı, siyasetin ve iktidar ilişkilerinin dışında, masum ve tarafsız bir alandır. Bu doğru değildir. Kültür–sanat, bir toplumun kendini nasıl gördüğünü ve nasıl görmesi gerektiğini belirleyen en güçlü zihinsel alandır. Tam da bu yüzden, güç yoğunlaşmasının ilk sızdığı yerlerden biri burasıdır.
Deneyimli koleksiyonerlerden sanat koleksiyonuna başlamak isteyenler için değerli tavsiyeler.
Türkiye Pavyonu bu yıl geleneksel dokuma sanatını dijital teknolojilerle buluşturuyor.

Sanatın evrimi, tarih boyunca hem estetik üretim hem de toplumsal yönetişim bağlamında ele alınmalıdır. Antik çağlardan günümüze, ritüel temelli kolektif üretimden Rönesans’ın bireysel yaratıcılığına, modernitenin bilimsel ve sosyolojik dönüşümlerinden çağdaş dijital ekosistemlere kadar sanatın toplumsal, kurumsal ve düşünsel boyutları sürekli değişim göstermiştir. Bu süreçte sanatçı, kurumlar, kamu otoriteleri, akademik çevreler ve toplum, birbirine bağımlı bir ekosistemin aktörleri olarak ortaya çıkmıştır. Tarihsel perspektif, sanatın bugün neden çok paydaşlı bir yapı gerektirdiğini ve sürdürülebilir bir yönetişim modeli ile nasıl güçlendirilebileceğini gösterir. Yalın düşünce ilkeleri, kaynak kullanımını optimize ederek, değer odaklı süreçler ve şeffaf ilişkiler yoluyla çağdaş sanat yönetiminde etkin bir çerçeve sunar. Bu bakış, geçmişin birikimi ile günümüzün gerekliliklerini bütünleştirerek sanat ekosisteminin sürdürülebilirliğini ve toplumsal etkisini artırmanın temelini ortaya koyar.

Sanatın sürdürülebilir biçimde gelişmesi, ekosistemi oluşturan tüm paydaşların, sanatçılar, kurumlar, kamu otoriteleri, akademi, finansal destekçiler ve geniş toplum kesimlerinin birbirini doğru anlamasıyla mümkündür. Sanatın anlamı, sanatçının toplumsal rolü ve kültürel ekosistemin işleyişi bütüncül bir şekilde kavranmadan kalıcı bir kültürel yapı kurulamaz. Bu nedenle her paydaşın rolü, sorumluluğu ve katkı alanı açık biçimde tanımlanmalı; kaynak eşitsizlikleri, politik dalgalanmalar, kurumsal kopukluklar ve düşük katılım gibi yapısal sorunların kök nedenleri nesnel biçimde analiz edilmelidir. Ancak kapsayıcı, şeffaf, dayanıklı ve uzun vadeli bir yönetişim modeli benimsendiğinde sanatın toplumsal, kültürel ve bireysel düzeydeki dönüştürücü gücü gerçek anlamıyla ortaya çıkabilir ve sanat ekosistemi evrensel ölçekte canlılığını koruyabilir.

Sanat kurumlarının günümüzde yalnızca estetik üretim yapan yapılar olmaktan çıktığı, kaynak yönetimi, şeffaflık, sürdürülebilirlik ve izleyici deneyimi gibi çok katmanlı sorumluluklar taşıdığı artık daha belirgin hale geliyor. Yalın düşünce yaklaşımı bu karmaşayı sadeleştirerek sanat kurumlarının değer üreten süreçlerini görünür kılıyor, gereksiz adımları azaltıyor ve yaratıcı üretime daha fazla alan açıyor. Böylece kurumlar hem sanatçıların özgür ifade ortamını güçlendiriyor hem de kamusal sorumluluklarını yerine getiriyor. Yalın düşünceyle desteklenen çağdaş yönetişim anlayışı, sanat kurumlarının uzun vadeli etkisini artıran daha bütüncül, katılımcı ve sürdürülebilir bir yönetim modeli sunuyor. Bu çerçeve, akademiden yerel yönetimlere, iş dünyasından bağımsız sanat topluluklarına kadar geniş bir alanda yeni işbirliği ve gelişim imkânları yaratıyor.

Bir yandan “neden ıskaladık?” diye sorguluyoruz, diğer yandan kendi tarihimizde bugün dünyanın gururla konuştuğu üretim ve yönetim ilkelerinin ilk versiyonlarını görüyoruz. Bu bir çelişki değil; daha çok, bir uygarlığın potansiyelinin doğru kurumsal zemine oturmadığında nasıl boşa akabildiğinin canlı bir örneği. Erdemi sistemleştirememek… belki de mesele tam burada. Bugünün dünyasında erdemi modern yönetime tercüme etmek istiyorsak, romantik bir nostaljiden değil, uygulanabilir bir gelecek mimarisinden söz etmemiz gerekir. Bunun için üç katmanlı bir yol haritası kurabiliriz: şirket düzeyi, sektör/ekonomi düzeyi ve toplumsal-politik yapı düzeyi.

Sanayi Devrimi dünyayı dönüştürürken Osmanlı–Türkiye neden bu fırsatı yakalayamadı?

Türk milletinin üretim kültürü çoğu zaman modern yönetim literatüründe yalnızca “tarihsel bir dipnot” gibi ele alınır, oysa bizim üretim anlayışımız tıpkı göçebe orduların hareket kabiliyeti ya da Ahî teşkilatının ahlaki iktisadı gibi çağdaş yönetim modellerinin bugün ulaşmaya çalıştığı pek çok niteliği yüzyıllar önce içselleştirmişti. Batı’nın “hard skills”, “soft skills”, “crazy skills” diye üçe böldüğü alan, bizde tek bir sözle ifade edilir: Erdem. Erdem, insanın hem ustalığını (ustalık yetileri), hem insan ilişkilerini (gönül mahareti), hem de karakterini (mizaç çerağı) birlikte taşır. Bizim için bir insanın işinin ehli olması, bu üç alanın birlikte işlemesidir. Ustalığı olmayan iyilik, üretime dönüşmez; karakteri olmayan ustalık, kuruma yük olur; gönlü olmayan zekâ, ekipleri dağıtır. Erdem, insanı bütün görmenin kadim yöntemidir.
Haftalık bültenimize abone olun, en seçkin içerikler e-posta kutunuza gelsin.
Yakında