Türk Modernleşmesinin Kayıp Halkaları ve Yeni Atılım Modeli
Türklerin modern sanayi devrimini ıskalama meselesi, yüzeyde “gecikmişlik” gibi görünse de derinlerde kurumsal sürekliliğin, toplumsal yapının ve teknoloji-sermaye bileşiminin tarihsel olarak kesintiye uğramasıyla ilgili karmaşık bir olgudur. ##Bu konuyu bütüncül biçimde anlamak için mesele yalnızca Osmanlı’nın son dönemine ya da Cumhuriyet’in erken yıllarına sıkıştırılamaz; kök nedenler çok daha erken, siyasal örgütlenme biçimlerinde, ekonomik yapıda ve epistemik üretim tarzında filizlenmişti.## Osmanlı İmparatorluğu büyük bir askerî-siyasal makineydi fakat bu makineyi ayakta tutan toplumsal düzen, sanayileşmenin gerektirdiği sermaye birikimi, teknik uzmanlaşma, kurumsal süreklilik, bilimsel merak ekonomisi ve girişimci sınıf gibi yapıların oluşmasına uygun değildi. Batı’da feodal aristokrasinin çözülmesiyle doğan burjuvazi, ticareti ve imalatı sermayeyle birleştirerek modern kapitalizmin motorunu oluştururken, Osmanlı’daki ekonomik aktörler daha çok devletin gölgesinde yaşayan ve devletle rekabet etmekten kaçınan küçük üretici ve zanaatkârlardan oluşuyordu. Ahîlik kendine has bir ahlakî iktisat üretti; ancak bu iktisat ölçek yaratmaya değil, toplumsal dengeyi ve mesleki etik düzenini korumaya odaklıydı. Dolayısıyla modern kapitalizmin gerektirdiği sermaye yoğun üretim mantığı kurulamadı; loncalar zamanla inovasyon engelleyici bir yapıya dönüştü.
##Devlet ile toplum arasındaki ilişkinin niteliği, sanayileşmeyi belirleyen ikinci kritik faktördü.## Osmanlı’da toprak devlete aitti ve ekonomik güç her zaman siyasi güce bağımlıydı. Mülkiyetin tam anlamıyla özel alana devredilmediği, hukuk güvenliğinin mülkiyeti korumada zayıf kaldığı bir düzen, girişimcilik ve uzun vadeli yatırım kültürü yaratamazdı. Avrupa’da patent kurumları, bilim akademileri ve teknolojik buluşları teşvik eden piyasa sistemi gelişirken, Osmanlı dünyasında bilim daha çok bireysel merakın alanında kaldı; kurumsal bilim üretimi, deneysel metodoloji ve teknik mühendislik altyapısı gecikti. Bu durum yalnızca teknoloji üretimini değil, teknoloji kullanımının topluma yayılmasını da sınırladı. Sanayileşme, teknolojiyi kullanabilen geniş bir emek kesimi ve bu teknolojiyi finanse edebilen sermaye yapısı gerektiriyordu. Osmanlı’da ise emek, toprağa ve zanaata bağlıydı; sermaye ise dağınık, küçük ölçekli ve siyasi risklere maruzdu.
##Tarihsel kırılmaların maliyeti de hayli yüksekti.## 17. yüzyıldan itibaren ivme kaybeden askerî ve ekonomik yapı, 18. ve 19. yüzyılda Batı’nın sanayi devriminden doğan yeni rekabet ortamına ayak uyduramadı. Tanzimat’la başlayan reform çabaları önemliydi, ancak reformlar kendi içlerinde tutarsızdı: Devlet modernleşirken ekonomi geleneksel yapılara sıkışmış, eğitim yenilenmeye çalışırken bilimsel üretim altyapısı kurulamamış, siyasi otorite merkeziyetçi yapısını korurken ekonomik özgürlükler tam anlamıyla yerleşememişti. Sanayi girişimlerinin çoğu dış borçlanma ya da yabancı sermaye desteğiyle kuruldu; millî bir sanayi burjuvazisi oluşmadığı için bu girişimler sürdürülebilir bir ekosistem yaratamadı. Cumhuriyet, bu mirası devraldığında sanayi altyapısı neredeyse yok seviyedeydi; eldeki güç devlet eliyle sanayi kurmaktı. Bu, kısa vadede üretim kapasitesi yarattı, fakat piyasa dinamiklerinin taşıyıcı sınıfı olan bağımsız, rekabetçi ve inovasyon odaklı bir girişimci sınıfın gelişmesini geciktirdi. Bilim üretimi ise üniversitelerin sınırlı kadrolarıyla ayakta kalmaya çalıştı.
##Bugünün dünyasında hâlâ sancısını çektiğimiz şey aslında şudur: Biz teknoloji üretme kapasitesini, kurumsal süreklilik içinde büyüyen bir sermaye sınıfını ve bilimsel metodun toplumsal sistemlere nüfuz etmesini tarihsel olarak eşzamanlı kuramadık.## Bu gecikme kültürel bir yetersizlikten değil, kurumsal eksiklikten doğdu. ##Türklerin üretim kültürü ve ahlaki iktisadı güçlüydü; fakat bu kültürü modern ekonominin gerektirdiği ölçek, teknoloji ve sermaye düzenine dönüştürecek mekanizmalar oluşmadı.## Batı'nın aristokrasi ve burjuvazi üzerinden evrilen sınıfsal yapısı, uzun vadeli yatırımı ve risk sermayesini mümkün kılarken; bizdeki toplumsal yapı güçlü bireyler üretti fakat güçlü kurumlar üretemedi. Güçlü bireyler inovasyonu başlatabilir, ancak güçlü kurumlar olmadan inovasyon sürdürülemez.
##Bu problemin çözümü, geçmişi romantize etmekte değil, geçmişin güçlü yanlarını modern dünyanın gerektirdiği sistemlerle yeniden buluşturmakta yatıyor. Bunun için üç sac ayağının aynı anda inşa edilmesi gerekir:##
- Teknoloji üretim kapasitesi,
- Rekabetçi ekonomik ekosistem ve
- Erdemi kurumsal düzene dönüştüren toplumsal yapı.
Teknoloji alanında yapay zekâ, ileri imalat, dijital ikiz ve veri temelli yönetim sistemlerini hızla yerleştirmek; eğitimde bilimsel metodolojiyi merkeze taşımak; girişimci sınıfı finansman, hukuk ve altyapı güvenliği ile güçlendirmek; devleti uzun vadeli sanayi politikalarıyla istikrarlı bir yönlendirici konuma oturtmak artık zorunluluktur. Aynı anda toplumun kültürel mirasında mevcut olan erdem, iş ahlakı, zanaat ustalığı ve dayanışma kültürü modern yönetim bilimiyle uyumlu hâle getirildiğinde, köklü bir dönüşüm mümkün olur.
##Türklerin sanayileşmeyi ıskalama hikâyesi, geç kalmışlık değil; tamamlanmamış bir kurumsallaşma hikâyesidir.## Bu eksik halka tamamlandığında, kadim üretim kültürümüz ile modern bilimin ve teknolojinin yarattığı imkan birleştiğinde, gecikmişlik bir dezavantaj olmaktan çıkıp güçlü bir sıçrama unsuruna dönüşebilir. Çünkü tarihin her döneminde gecikenlerle ileride sıçrayanlar aynı kategoriye düşer: doğru anda doğru modeli kurabilenler. Türk modernleşmesinin önündeki en büyük görev, bu modeli artık zaman kaybetmeden kurmaktır.




